Tuesday, April 8, 2008

Rantı yitirme korkusu


Oligarşik bürokrasinin 2002 yılından beri süregelen Ak Parti iktidarını sona erdirebilmek için yaptığı girişimler, birçok gerçeğe ışık tutabilecek bir devlet örgütlenmesini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekte.

Bu devlet örgütlenmesi, katılaşmış ve son derece muktedir bir “elitler sınıfı”na işaret ediyor. İçinde ağırlıklı olarak yüksek bürokrasiyi barındıran bu sınıfın devlet anlayışı, geçmişi İttihat ve Terakki geleneğine kadar uzanan, yani kökü 20.yüzyıl başlarına dek giden ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden bir bakış açısının bugünkü yansıması olarak da görülebilir.


Bu anlayış, kendi doğası gereği devlet için neyin güzel ve hayırlı olduğuna ancak kendisi karar verebilen ve halkı bir “teba” olarak kabul etmeye alışmış bir yapıya sahip. Aynı zamanda benliğinde aşırı pozitivizmi, vülger materyalizmin uzantılarını, 1930’ların Avrupa’sından kalma halkı şekillendirici bir tepeden inmeciliği ve küresel gelişmelere karşı set çekmeyi içeren bir bakış açısını da içeriyor. Bunu da kendince “vatanseverlik” olarak tanımlıyor.

Ne var ki, söz konusu yapı bu “vatanseverliği”nin karşılığını alabileceği bir devlet örgütlenmesini şekillendirmekten de geri kalmıyor.

Bir yandan kendi burjuvazisini oluştururken, bir yandan da devlet içerisinde gizli oluşumlara göz yummayı, yandaşlarına ve destekçilerine sayısız rant olanağı sağlamayı, kamu imkanlarıyla serbest piyasa içerisinde hiçbir zaman bugün ellerinde bulunan olanaklara sahip olamayacak kendi tabakasına sayısız imkanlar bağışlamayı bir hak olarak görüyor. Kısacası “bal tutarken parmağını yalamayı” ihmal etmiyor.


İşte bundan dolayıdır ki, oligarşik bürokrasinin sürekli olarak ekonomik ve demokratik açılımlara, özgürleşmeye ve evrensel hukukun üstünlüğü ilkesine karşı durduğunu, “Türkiye’ye özel şartlar” kisvesi altında muhalif bir tavır sergilediğini gözlemlemekteyiz.

Buna paralel olarak, 1920’lerden önce İttihat ve Terakki mantığının “devletin âli menfaatleri” söylemiyle savunmaya çalıştığı tepeden inmeci mantığın bugün başkalaşım geçirerek “cumhuriyet kazanımları” gibi yine soyut bir kavrama indirgendiğine tanık olmaktayız.


Tabi bunun yanına, hukuksal tanımının yapılmasından özellikle imtina edilen ve hiçbir çağdaş ülkede benzer bir uygulaması olmayan “Türkiye’deki laiklik” kavramını da koymak gerekiyor.
Evrensel hukukta hiçbir yeri olmayan bu laiklik uygulaması öyle bir şey ki, hem sınırları çizilmiyor ve tartışılması dahi kabul edilmiyor, hem de özgürlükler sınırları belli olmayan bu ilkenin soyut sınırlarına takılıyor.


Tabi ki bu da trajikomik bir yap-boz oyununun parçası olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor. Bu bağlamda, son zamanlardaki değişim politikalarına karşı artık “hukuk devleti”, “özgürlükler”, “demokrasi” gibi kavramların arkasına sığınılarak bir politika geliştirilemediğini görüyoruz. Çünkü demokratikleşme, çetelerin temizlenmesi ve sivil anayasa yolunda yürüyen bir siyasi iktidara bu kavramlarla yüklenmek oligarşik bürokrasiyi komik duruma düşürmekten başka bir işe yaramıyor.


Öyleyse hala en iyisi “cumhuriyetin kazanımlarının elden gitmesi, laikliğin tehlikede olması” gibi muğlak ve karşılığı olmayan söylemler.

Ancak sonuç olarak her şeyin arkasında, rantını kaybetmek üzere olan bir topluluğun ve onların manipüle ettiği bir kitlenin yattığı su götürmez bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.

26 Mart 2008

No comments: