Tuesday, April 22, 2008

CHP'dir, trilyon bile kaçırsa yeridir


Siyasetin gündemi günlük kısır çekişmelerle şekillenmeyi sürdürürken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın elindeki önemli bir dosyayı Anayasa Mahkemesi Başkanlığına intikal ettirmesi ile gözler bir anda Cumhuriyet Halk Partisi’ne çevrildi. Çok ses getirmeye aday bu dosya, Kanaltürk’e CHP tarafından 3 milyon Amerikan Doları meblağında bir kaynak aktarıldığını ve bunun fatura kesilmeden, yani belgelenmeden yapıldığını ortaya koyan dokümanları içermekte.

Anlaşıldığı kadarıyla Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi 2004 ve 2005 yıllarında Kanaltürk televizyonuna ve Tuncay Özkan’a 4 milyon dolar transfer etmiş, ancak ortada sadece 1 milyon dolarlık bir fatura söz konusu. 3 milyon doların nereye gittiği ve niçin faturalandırılmadığı ise tam bir muamma.

CHP yetkilileri, şu an için bilindik “çamur atma, provokasyon” kelimeleriyle bezenmiş bir söylem içerisinde paranın belgesel çekimleri için avans olarak verildiğini iddia ediyorlar. Ancak ne kadar tuhaftır ki bu ödemelerin üzerinden 3-4 yıl geçmiş olmasına karşın ortada bir belgesel veya benzeri bir yapım yok. Bu da çok ciddi bir durumu, yani maliyeye karşı açık bir hileyi işaret etmekte ve Siyasi Partiler Kanunu’na göre bu çeşit mali suçlar parti kapatma da dahil olmak üzere ciddi yaptırımları beraberinde getirmekte.

Eğer dosyada yer alan bilgilerin doğruluğu kanıtlanırsa, yeni bir “kayıp trilyon” vakasıyla karşı karşıyayız demektir.

Hatırlanacağı üzere 1997 yılında Refah Partisi’nin Hazine yardımını sahte belgelerle harcanmış gibi göstermesi nedeniyle Erbakan ve arkadaşları çeşitli cezalara çarptırılmışlardı. Muhtemelen RP Anayasa Mahkemesi tarafından laikliğe aykırı fillerin odağı haline geldiği gerekçesiyle 1998 yılında kapatılmış olmasaydı, aynı yıl kayıp trilyon davası yüzünden kapısında kilidi görecekti. Nitekim Erbakan’ın siyasi yasağı bu olay yüzünden halihazırda devam etmekte ve kendisi 83 yaşında olduğu ve yürümekte dahi zorlandığı halde evinde göz hapsinde tutulmakta.

Tüm bunlara bakıldığında, yüce mahkemeye gönderilen dosya yüzünden CHP’nin ciddi bir endişeye kapılması için yeterli neden fazlasıyla bulunmakta.

Ancak her nedense partide büyük bir korku olduğu yönünde bir işaret almamaktayız. Bunun da belli bir temeli ve mantığı var. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin yaptırımlar konuda ciddi bir ikilem içerisine gireceğini öngörebilmek pek de zor değil.

Hafızalarımızı biraz tazelediğimizde, yüksek mahkemenin yakın geçmişte hukuksal teamüllere aksi yönde bir duruşu ifade eden 367 kararının altına imza atmış olduğunu görmekteyiz. Ayrıca mahkemenin, hukuksal sorumluluğu sadece vatana ihanetle sınırlı olan cumhurbaşkanını oy çokluğu ile Ak Parti’nin kapatılma davası içeriğine dahil ettiğini gözlemledik. Her ikisi de yüksek mahkemenin belli bir siyasi görüşü yansıtan kimliğini, hukuksal bakış açısının önüne aldığını ortaya koymakta.

Bundan hareketle, yine siyasi güdülerle hareket edebilecek olan mahkemenin yüz kızartıcı bir suç teşkil eden bu fiilin niteliğini hukuksal normlarla ele alamayabileceği sonucunu çıkarabiliriz. Yani CHP’nin kapatılmayacağı, Deniz Baykal’a siyaset yasağı getirilmeyeceği ve daha hafif yaptırımlarla işin geçiştirileceği yargısına ulaşabiliriz.

Bu siyasi duruşun temel mantığı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok önemli bir yapı konumunda bulunması ve partinin kapatılmasının ulusalcı hareketin siyasi yelpazedeki örgütlenmesinde ciddi bir boşluk yaratacak olması gerçeğinde yatmakta.

CHP’nin kapatılmayıp Deniz Baykal’a siyasi yasak getirilmesi de işin kotarılmasına ve üstünün örtülmesine yetmeyebilir. Çünkü Baykal her ne kadar başarısız bir siyasetçi olsa da, örgütlenme ve rakiplerini tasfiye etme konusunda büyük bir maharet sahibi. Yokluğunun yaratacağı bir otorite açığı CHP’yi bir bunalımın, hatta bir bölünmenin eşiğine getirebilir. Bu bağlamda Baykal’ın uzaklaşmasından cesaret alacak parti içi muhalefetin, erki elinde tutan ulusalcı-ittihatçı kesim ile kapışması ve ciddi bir ayrışma yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Bölünmüş bir CHP ise, ulusalcı fraksiyon için ölümcül bir tehdit konumunda. Çünkü ulusalcılar geniş bir halk desteğinden mahrumlar ve siyasetlerini oligarşik bürokrasiye sırtlarını dayamak suretiyle manipülasyon yapabilme üzerine kurmaktalar. Bu strateji kapsamında en ciddi ve meşru siyasal dayanakları olarak gördükleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin iç çatışmalarla güçten düşmesi asla kabul edilemeyecek bir olguyu ifade etmekte. Demokrasiye daha fazla vurgu yapılıp militarizmden uzaklaşılması gerektiğini savunan muhalif hareketin partiyi ele geçirmesi ise onlar için bir kabustan farksız.

Türkiye’deki demokratik güçlerle mücadeleyi her platformda ilke edinmiş olan ulusalcıların, kendilerini zafiyete uğratacak bir yüksek mahkeme kararına müsamaha göstermeyecekleri ve bunu engellemek için türlü yollara başvuracakları çok açık. Bu bağlamda tüm deliller CHP ve Kanaltürk’ün aleyhinde olsa bile partinin kapatılmasını ve Baykal’ın siyasi yasaklı hale gelmesini beklemek fazla bir iyimserlikten öteye geçmeyecektir.

Çünkü Türkiye’de egemen ittihatçı anlayışın ve oligarşik bürokrasinin iktidarı sona ermediği müddetçe hukukun tam anlamıyla işleyebilmesi mümkün değildir. Buna bağlı olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin varlığını sürdürebileceği tek mecra da, bu yanar döner ortamdan başka bir yer değildir.

22 Nisan 2008

No comments: