Friday, April 18, 2008

Atatürk'e en büyük zararı kimler veriyor


Geçtiğimiz hafta içerisinde, Avrupa Birliği'nin yürütme organı olan AB Komisyonu'nun Portekizli Başkanı Jose Manuel Barroso'nun Türkiye ziyareti gündeme damgasını vurdu. Bu konu hakkında uzun uzadıya yazılıp çizildi, çeşitli analizler ve görüşler kaleme alındı.

Yorumlar genellikle Barroso'nun cumhurbaşkanı, başbakan ve parti liderleriyle yaptığı görüşmeler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmanın içeriği üzerinde yoğunlaştı.

Ancak bu önemli ziyaret sırasında çok ilginç ve gözden kaçmaması gereken başka bir olay daha yaşandı.

Barroso, üst düzey temaslarından sonra Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen "Türkiye'nin AB süreci" konulu bir konferansa katıldı ve kendi ülkesinde AB katılım süreci sırasında yaşanmış demokratik değişime dikkat çekmek için, "yaşanan siyasi dönüşüm mucize gibiydi" diye bir cümle kullandı. Sonra bir an için duraksadı ve "umarım sarf ettiğim 'mucize' kelimesini Türkiye'de laikliğe aykırı bulmazlar" dedi ve ardından salonda gülüşmeler yaşandı.

Bu "ti"ye alınma hadisesi, Türkiye'de süregelen rejim açısından hem üzücü, hem de düşündürücüdür. Çünkü dile getirilen sözler, Türkiye'deki hakim devletçi anlayışın dine yönelik tavrı karşısında kişisel olarak sadece Barroso'nun değil, kurumsal kimliğiyle Avrupa Birliği'nin ve dolayısıyla batı dünyasının bilinçaltındaki bakış açısını yansıtmaktadır.

Ne var ki tarafsız bir göz, bu yargıların pek de temelsiz sayılamayacağını teslim etmekte.

Çünkü dünyada emsali görülmemiş şekilde bir "kamusal alan" tanımlamaya kadar işi götürerek çağdaş hukuksal anlayışı yerle bir eden, bu kamusal alana başörtüsüyle girilmesinin cumhuriyeti yıkılabileceğinden endişelenen ve peruk takılması halinde bu tehdidin ortadan kalkacağına inanan despotik, bir o kadar da mizahileşmiş bir yapı söz konusu.

Ve bu hastalıklı yapı sadece dinsel öğelere karşı aşırı baskıcı bir tavır almakla kalmıyor, aynı zamanda demokratik açılımların da karşısında duruyor. Özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesine muhalefet ediyor, çetelerin deşifre edilmesine karşı çıkıyor...

Yapının kendi benliğini meşrulaştırmak ve hukuksallaştırmak amacıyla dile getirdiği sloganlar ise iç ve dış düşünsel dünyada taraftar bulmuyor, ciddiye alınmıyor. Çünkü çağdaş demokrasinin despotik yasalar bütünüyle değil, ancak evrensel hukuk ilkeleriyle güven altına alınabileceği çok iyi biliniyor.

Bu bağlamda nitelikli savunucular bulmakta zorlanan yapının entelektüel kapasitesi geri dönülemez bir şekilde süratle zayıflıyor ve bilişsel gücü hızla düşüyor. Tezleri geçmişin bilindik tekrarlarından öteye geçemiyor; yaşadığımız dönemle ilgili elle tutulur örnekler veremiyor ve 1920-30'ların dünyasına göndermeler yapmak zorunda kalıyor.

Bu da kısır söylemler içerisinde bir kaybolma halini ve geçmişin halen yaşanmakta olduğu sanısına sahip paranoyak bir dokuyu ima ediyor.

Türkiye'de günden güne taraftar kaybeden ve dünyada alay konusu olan bu hastalıklı anlayış sadece kendisini değil, sahip çıktığı değerleri de hızlı bir biçimde yıpratıyor. Çünkü bir fikrin veya fikirler bütününün reklamı, onu temsil ettiğini iddia eden kitlelerin davranışlarıyla şekillenir. Söz konusu fikirler bütünü özünde farklı olsa bile, o fikri sahiplenen insanların irrasyonel tavırları onun büyük bir zarar görmesini kaçınılmaz kılar.

Türkiye'deki bu problematik yapının failleri konumundaki oligarşik bürokrasi ve destekçilerinin savunduklarını iddia ettikleri fikirler bütünü ise Atatürkçülük. Maalesef bu kitle Atatürkçülüğü kendilerine bir üst kimlik olarak benimsemiş ve onu tekeline almış konumda. O kadar ki, Atatürk'ün fikirlerini yanlış yansıttıklarını belirtip kendilerine karşı çıkanları içlerinde barındırmayacak kadar militanlaşmış bir durumdalar ve farklı düşünceler ileri sürenleri ya işbirlikçi ya da dönek olarak adlandırıyorlar.

Bu kadar irrasyonalite ve kavrayışsızlık art arda gelince, o yapının kimseye bırakmadığı Atatürkçülüğün ve Atatürk'ün fikirler bütünün saygınlığının azalması da kaçınılmaz oluyor.

Bundan en büyük zararı, onulmaz bir şekilde yıpratılan Atatürk'ün manevi şahsiyeti görüyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirlerinin çağdışı ve gerçekliklere aykırı olduğuna inanan bir dünya kamuoyu, bu rahatsız dokunun histerileri sonucunda gittikçe güç kazanıyor.

Sağduyulu insanlarımız ise bunun gerçeği yansıtmadığı konusunda ne kadar çabalarsa çabalasınlar, Atatürk'ün fikirleri bu tepeden inmeci antidemokratik yapıyla özdeşleştirildiği sürece ellerinden bir şey gelmiyor.

Sonuç olarak da bir zamanlar İslam dünyasına en büyük zararı "Müslümanlığı kimseye bırakmayanlar"ın verdiği gibi, günümüzde Atatürk'e en büyük zararı "Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan" bu hastalıklı zihniyet veriyor.


18 Nisan 2008

No comments: