Tuesday, May 13, 2008

Laikçiler NBA izler mi?


Amerikan Ulusal Basketbol Ligi, ya da bilinen adıyla NBA, ABD’de en çok ilgi çeken spor dallarının başında geliyor.

Özellikle normal sezon sona erip play-off’lar başladığı zaman on milyonlarca Amerikalının televizyonlarının başına kilitlenip maçları takip ettiklerini biliyoruz. Dünyadaki izleyici kitlesiyle beraber bu sayı yüz milyonları bulmakta, toplam seyir adedi ise milyarlarla ifade edilmekte.

Ülkemizdeki basketbol meraklılarının yakından tanıdığı ve milli sporcumuz Mehmet Okur’un forma giydiği Utah Jazz da bu son derece popüler show-business’in en önemli takımlarından bir tanesi.

Utah Jazz şu anda NBA Batı Konferansı yarı finalinde Los Angeles Lakers ile zorlu bir mücadele içerisinde. Her ne kadar Lakers favori olarak gösterilse de Jazz şimdiden iki maç kazanarak seride durumu eşitlemeyi başardı.

Utah Jazz, ABD’nin en muhafazakar eyaletlerinden biri olarak bilinen Utah’ın başkenti Salt Lake City’nin takımı.

Ekibe ev sahipliği yapan Salt Lake City oldukça sıradışı bir şehir.

Kent nüfusunun hatırı sayılır bir kısmını Mormon tarikatına bağlı insanlar oluşturmakta. Bu insanlar için pazar günlerinin ayrı bir anlamı var. Bu güne kutsallık atfeden cemaat, kilisenin pazar ayinlerini hiç ihmal etmiyor. Aynı zamanda dinsel inançları gereği o gün çalışmamayı ve dinlenmeyi tercih ediyorlar.

Bundan dolayı Utah Jazz, yıllar önce NBA yönetimine başvurarak maçlarının pazar gününe denk getirilmemesi için gereğinin yapılması ricasında bulunmuş. Komisyon da halkın dini hassasiyetlerini saygıyla karşıladığını belirterek talebi uygun görmüş ve ona göre bir düzenlemeye gitmiş.

Utah Jazz o günden bu yana, pazar günleri nadiren maç yapıyor. Seksenin üzerinde müsabakanın oynandığı yoğun bir maç trafiğinde takımın pazar günleri oynadığı karşılaşmaların sayısı ikiyi veya üçü pek geçmiyor.

Bireylerin değerlerine saygı çerçevesinde ABD’de oldukça normal karşılanan bu uygulamayı dışarıdan gözlemleyen biri olarak, insanın aklına ister istemez, “eğer Türkiye’de benzer bir istek söz konusu olsaydı neler olabilirdi?” sorusu geliyor.

Ülkemizdeki laisizm pratiğinin gelişmiş demokrasilerde uygulananlardan ne denli katı ve baskıcı olduğu malum. Sportif müsabakalar de bu konuda bir istisna teşkil etmiyor. Bırakın dinsel duyarlılıklardan ötürü takımlar için ayrı bir düzenlemeye gidilmesini, sporcular tarafından dile getirilen en basit temennilerin bile “laik cumhuriyete yakışmadığı” düşüncesi hakim.

Bunun en belirgin örneğini, Galatasaray-Fenerbahçe derbisi öncesi Kutlu Doğum Haftası’na atıfta bulunan Hakan Şükür’e verilen tepkilerde yakından gözlemlemiştik.

Laikçi zümre tarafından üretilen “takunyalı” benzetmesinden, hakkında soruşturma açılması taleplerine dek uzanan bir silsile içerisinde adeta bir linç kampanyasının kurbanı haline getirilen Şükür, popüler bir faaliyet alanı içerisinde dinsel öğelere vurgu yapmış olmasının karşılığını fazlasıyla almıştı.

Dolayısıyla, geleneksel değerlerinden dolayı bireylerin bir kısmına devletin farklı uygulamalarla yaklaşması Türkiye’de oldukça zor. Çünkü bunun için, laik cumhuriyetin gerekleriyle onu oluşturan vatandaşların dinsel hassasiyetleri arasındaki ince dengenin yakalanabilmesi gerekmekte. Bu da ancak toplumu oluşturan bireylere saygılı, demokratik bir laiklik anlayışı dahilinde söz konusu olabilir.

Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Utah Jazz’ınkine benzer bir talebin anlayışla karşılanmayacağını öngörebilmek pek de zor değil.

Tam aksine, medyatik bir linç kampanyasının ardından Tandoğan meydanında bayraklarıyla toplanan bir kalabalığın “Türkiye İran olmayacaktır, takunyalı sporcular istemiyoruz, basket sahası şeriata kapalı” sloganlarını işitmemiz çok daha olası.

Söz konusu kalabalığı temsilen ilerici ve aydınlık bir vatandaşımız da Anıtkabir özel defterine muhtemelen şu mana yüklü ifadeleri düşecektir:

“Ey Atatürk! Her ahval ve şerait içinde vazifemizin bilincinde olarak bize çizdiğin laik ve çağdaş yoldan asla ayrılmayacağımız gibi, gaflet, delalet ve hıyanet içinde bulunma cüretini gösterenler, karşılarında ilke ve devrimlerinin her daim bekçisi olarak bizi bulacaklardır”.

Çünkü unutmayalım ki burası Türkiye ve ülkemizin vatandaşları için evrensel demokrasi ve laiklik bir gömlek büyük. Ama Kim İl Sung’un veya Brejnev’in ideolojisi iyi bir seçim olabilir.

Ah bir de Enver Hoca yaşasaydı…


13 Mayıs 2008

No comments: