Thursday, May 15, 2008

Bir Tuncay masalı


Bir varmış, bir yokmuş...

Kaf dağının ardında, uzak bir ülkede “Tuncay” isminde bir adam yaşarmış.

Fırça gibi saçları, boncuk boncuk gözleri ve tombul suratıyla sevimli mi sevimli, ama bir o kadar da hırslı birisiymiş bu Tuncay.

Çırak Tuncay, üstatlarının yanında gazetecilik mesleğini icra edermiş.

Ünlü ve zengin bir insan olacağı günlerin umuduyla çalışıp çabalarmış.

Ancak yıllardır uğraşıp didinmesine karşın bir türlü sivrilemez, hep başkalarının altında kalırmış.

Yaptığı programlar beğenilmez, yazdığı kitaplar satmazmış.

Uğur ağabeyinin gölgesinden bir türlü kurtulamaz, bunu gurur meselesi yaparmış.

“Çıraklıktan ne zaman kurtulacağım, benim ondan ne eksiğim var ki? Sadece boyum biraz kısa” diye söylenerek dert yanarmış.

Rüyalarında hayaller kurar, “ah benim de milyon dolarlarım olsaydı şöyle yeşil yeşil, neler yapmazdım ki…” diye hayıflanırmış.

Sonra Tuncay’ın ülkesinde yeni bir parti iktidara gelmiş ve değişimler art arda yaşanmaya başlamış.

Reformlar yapılmış, yeni yasalar çıkarılmış, özgürlükler genişletilmiş. Halkın ekonomik durumu da yavaş yavaş düzelmeye başlamış.

Ne var ki ülkedeki insanların bir kısmı değişimden büyük bir rahatsızlık duymuş.

Bu insanlar kendilerine “ulusalcı” ismini takmışlar.

Eski düzenin daha iyi, özgürlüklerin ise gereksiz olduğunu savunmaya başlamışlar.

“Çok düşünenin saçı dökülür, beli bükülür. Düşünen bir toplum istemiyoruz” diye tutturmuşlar.

Ulusalcıların sesi gün geçtikçe yükselmeye başlamış.

Sonra Tuncay’ın kafasında birdenbire bir ışık yanıvermiş.

“İşte arayıp da bulamadığım fırsat!” diye içinden geçirmiş.

“Şöyle sansasyonel bir kanal kursam, iktidara hakaretler etsem, orduyu darbeye çağırsam, dindarların inancını alaya alsam…”

“Hele biraz da ‘vatan millet Sakarya!’; malı götürürüz icabında”.

Tuncay hemen kolları sıvayıvermiş.

Sansasyonel kanalını kurmuş,

İktidara hakaretler etmiş,

Orduyu darbeye çağırmış,

Dindarların inancını alaya almış…

Bu arada ‘vatan, millet, Sakarya!’ demeyi de ihmal etmemiş.



Ve Tuncay’ın planları tutmuş.

Ulusalcılar onu bağırlarına basmış, “büyük kurtarıcı ve aydınlık insan” olarak görmüşler.

Sonra sıra gelmiş malı götürmeye…

“Bir site kuralım!” demiş Tuncay.

“Kaç kişi olduğumuzu herkes görsün”.

“Her akşam kanalımızda buluşalım, reytingimizi artıralım”.

“Gücümüzü cümle alem anlasın!”

“Siteye de bağış yapalım ki büyüyelim, düşmanı denize dökelim”.

“Ülkemize canımız feda, birkaç kuruşun lafı mı olur?”

“Hadi bakalım pamuk eller cebe!”

Paralar akmaya, Tuncay’ın yüzü gülmeye başlamış.

Gel zaman git zaman damlaya damlaya göl olmuş, deniz olmuş.

Artık Tuncay’ın da yeşil yeşil dolarları, kocaman bir televizyon kanalı ve birçok fanatik taraftarı olmuş.

Birkaç milyarlık bir belgesel için sosyal bürokrat bir partiden trilyonlar bile koparmayı başarmış.

Fatura kesmeyi ise nedense unutuvermiş.

Mitinglerde boy göstermekten ve avazı çıktığı kadar bağırmaktan ise bir an olsun geri kalmıyormuş.

Çünkü ulusalcıları hoş tutmanın yolunun bunlardan geçtiğini çok iyi biliyormuş.

Aradan aylar geçmiş, yıllar geçmiş…

Sonunda Tuncay yavaş yavaş sıkılmaya başlamış.

“Bu kadar zamandır uğraşıyorum, yeşil yeşil milyon dolarlarım oldu ama hâlâ sefasını tam süremedim” diye düşünmüş.

“Başımda bir sürü dava, maliye de uyanmak üzere”.

“Bir ton para topladık, kanal da kemale erdi”.

“Üstelik darbe marbe falan olacağı da yok, iyisi mi ben yavaştan sıvışayım”.

Ve bizim Tuncay, televizyon kanalını satıvermiş.

Tam 30 milyon doları cebe indirmiş.

Ulusalcılar şok geçirmiş.

Şaşkın bakışlar…

Taşkın tavırlar…

“Nasıl yaparsın yiğidimiz Tuncay’ımız! Bizleri nasıl aldatırsın”

“Üstelik de dindarlara satmışsın utanmadan!”

“30 milyon gıcır dolarcığa hayır mı deseydim. Paranın rengi mi olurmuş?” diye düşünmüş Tuncay.

“Zaten ulusalcıların bu saflıkları olmasa ben nasıl dönerdim köşeleri?”.

“Hadi bana eyvallah”

Ve Tuncay gitmiş aya,

Ulusalcılar kalmış yaya…



Masal burada sona erdi, hoşunuza gitti mi bilinmez. Ama Tuncay Özkan’ların kolay kolay tükenmeyeceği, birisi giderse bir yenisinin geleceği kesin gibi.

Üstelik halen: “hepimiz her ay kanalımıza 10 ytl verseydik kapanmazdı” diyebilecek kafadaki insanlarımız varsa.

Artık ne diyelim, “kendi düşen ağlamaz”.


15 Mayıs 2008

No comments: